İKİ BARON KEMENÇESİNİN DEVR-İ ÂLEMİ…

Mehmet Güntekin

1999, Osmanlı Devleti’nin 700’üncü kuruluş yıldönümüydü. Yapı Kredi Yayınları, bu önemli yıldönümüne, büyük eb’adlı ve iki ciltlik bir külliyat ile katkıda bulunmuştu: “Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi”.

Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi; YKY, 1999.

1998 yılının içinde, ansiklopedinin yayın kurulundan bir yetkili tarafından arandım. Musiki ile ilgili biyografik ve tematik maddeler için benimle çalışmak istediklerini bildirdiler, kabul ettim. Verdikleri biyografi listesinde ünlü çalgı yapımcısı Baron’un ismi de vardı.

Ulaşabildiğim hiçbir kaynakta, Baron hakkında birkaç satırdan başka dişe dokunur bilgiye rastlayamamıştım. Bunun üzerine, bazı bilgiler elde edebildiğim takdirde, ‘tümdengelim’ yöntemiyle ne kadar yol alabileceğimi görmek istedim. Yani, Usta’nın biyografisini tam anlamıyla toparlamayı başaramasam dahi, en azından günümüze ulaşabilmiş sazlarının bir listesini mümkün mertebe oluşturmakla yola çıksam bile bir kârdır, diye düşündüm. Böyle bir envanter çalışmasına başlamak, gelecek yıllarda edinilen yeni bilgilerle geliştirilebilir, hiç yoktan damla damla da olsa, musiki tarihimizin bu loş alanı üzerine küçük bir ışık huzmesi düşürme yolunda faydam dokunabilirdi.

İlk olarak, merhum Hilmi Rit’e, ardından ünlü çalgı koleksiyoncusu merhum Etem Ruhi Üngör’e müracaat ettim. Çünkü bu iki ismin, özellikle de Üngör’ün, yıllar içinde birçok Baron sazının ellerinden geçtiğinden, veya kimi sazların serencâmlarını tâkip edip bir kenara notlar aldıklarından haberdardım. Baron Usta hakkında bildiklerini her iki koleksiyonere de sordum. Baron’un hayatı hakkında dişe dokunur bilgiye, onlar da sahip değildi. Fakat bazı kemençelerinin âkıbetleri hakkında ilginç hikâyeler anlattılar.

Koleksiyoner, nâşir ve müzikolog Etem Ruhi Üngör (d. 1922–v. 2009) ile kanunî, bestekâr ve koleksiyoner Hilmi Rit (d. 1930 – v. 2009)

2017 yılında Emine Bostancı ile birlikte, izlerine Kanada’da rastlayıp Türkiye’ye getirmeye muvaffak olduğumuz iki Baron kemençesinin benim açımdan hikâyesi de esasen, Hilmi Rit ve Etem Ruhi Üngör ile o görüşmelerimizde başladı. 

Etem ve Hilmi beylerin ikisi de kendileriyle ayrı ayrı görüşmelerimizde, 70’li yıllarda İstanbul’a gelen, Irak’ta petrol kuyuları bulunan, İngiliz vatandaşı, çok varlıklı bir Arap koleksiyonerden bahsetmişlerdi. Adı Faruk Fattah olan şahsın, bazı ünlü müzisyenlerimizden kıymetli çalgılar topladığını; parası bol olduğu için istenen meblağları hiç pazarlık etmeksizin ödemek suretiyle, aldıklarını Londra’ya götürüp koleksiyonuna kattığını anlatmışlardı. Toplamda üç tane Baron kemençesi aldığı iki üstâd kemençecimizden biri, sazının karşılığında aldığı meblağ ile, evinin sorunlu olan çatısını yaptırmış; yani sazını âcil bir ihtiyaç dolayısıyla satmıştı. Satılan saz, Sultan Aziz’in câriyelerinden biri için özel bir işçilikle yapılmış gözkamaştırıcı bir kemençeydi. Sohbetimizde Etem Bey’in, “Herif bastırdı parayı, aldı götürdü o üç cânım kemençeyi… Ahhh, ah! Hâlâ içim yanar!” sözleri, benim de içimi yakmış ve Etem Bey’e şöyle söylemiştim: “Ah Etem Bey! Para, bunun için lâzım galiba. Çok varlıklı olmayı, sâdece böyle bir sebep için isteyebilirdim. O sazları gider bulur ve getirirdik Türkiye’ye…”

Bunu, o gün orada nasıl bir iç yangısıyla dilemiş ve dillendirmişsek?!..

Aradan 19 yıl geçti ve 2017 yılına geldik. Kıymetli evlât, genç neslin önde gelen kemençecilerinden Emine Bostancı ile sohbetlerimizde, bir Baron kemençesine sahip olabilme hayâlini dile getirişi dikkatimi çekmişti. Öyle sıradan bir istek değildi ifade ettiği… Bahsederken gözleri buğulanıyor, âdetâ yana yakıla istiyordu. O tavırda bir aşk sezmiş ve “İnşallah bu heyecan karşılığını bir gün bulur da aşkına kavuşur” diye temenni etmiştim. 

M. Güntekin ve E. Bostancı; Baron toplantılarından birinde.
Emine Bostancı.

Emine, yüksek lisans eğitimi için bulunduğu Hollanda’dan tatil için bir gelişindeki buluşmamızda, bir süre Kanada’da yaşayıp Türkiye’ye dönmüş bulunan müzisyen İsmail Hakkı Fencioğlu kaynaklı bir bilgiyi, kemençe yapımcısı Murat Yerden’den işittiğini anlattı: Kanada’da bir koleksiyonerin elinde birkaç tane Baron kemençesi bulunuyor ve sahibi bu kemençeleri satmak istiyormuş. Haberin kaynağı olan İ. H. Fencioğlu, sazları yakından tanıyormuş; fildişi kemençe üzerinde, yerinden düşmüş birkaç fildişi parçasını yerine monte etmek gibi, sazlar üzerinde bazı tamir işleminde de bulunmuş.

İsmail Hakkı Fencioğlu
Murat Yerden

Bunu duyar duymaz aklıma derhâl hem Hilmi Rit’in, hem de Etem Ruhi Üngör’ün bahsettikleri Arap petrol zengini Faruk Fattah geldi; fakat bu ihtimalden çabuk vazgeçtim. Çünkü İstanbul’a 1970’li yıllarda gelen ve o tarihlerde kerli ferli olan bir zât, şimdi büyük ihtimalle yaşamıyor olsa gerekti. Ayrıca Hilmi ve Etem beylerin ikisi de Kanada değil, Londra demişlerdi. Yine de Emine’ye, koleksiyonerin adını öğrenip öğrenemeyeceğimizi sordum. Kısa sürede öğrendi. Gelen isim inanılmazdı: Faruk Fattah!!!

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Ama mümkünmüş… Çünkü Fattah meğerse çok yaşamış. Kemençeler elimize ulaştıktan sonraki günlerde edindiğimbilgilere göre, meğer eski zenginliği uçup gitmiş. Ortada Irak diye bir şey kalmayınca, petrol kuyularıyla beraber bütün sermayesini kediye yüklemiş ve daha rahat yaşamak umuduyla Kanada’ya göçetmiş.

Kanada’yı duyunca, aklıma, uzun yıllardır Toronto’da yaşayan, müzikolog ve hekim Dr. İlhami Gökçen’e ulaşmak geldi. İlhami Bey ile, Musiki Mecmuası’nı yayınladığımız yıllardan tanışıyorduk. Mecmuaya, ciddî çalışmalarla hazırladığı müzikolojik yazılar gönderirdi, yayınlardık. ‘İlhami Bey’in, Kanada’daki, özellikle de yaşadığı şehir olan Toronto’daki böyle önemli bir koleksiyondan muhakkak haberi olmalıdır’ diye düşündüm. Ancak uzun zamandır irtibatımızın kesildiği, ileri yaşlarını sürmekte olan İlhami Bey’in yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Emine’ye, “Deneyelim bakalım. Bende mail adresi olacaktı. Bir mail yazıp bekleyelim. Şansımız varsa hayattadır. Yine şansımız varsa Fattah’ı tanıyordur. Son bir şansımız daha varsa irtibatımızı sağlar ve bu işi halleder… Yani bol bol dua edelim” dedim.

Dr. İlhami Gökçen.

İlhami Bey yaşıyormuş! Çünkü cevap 24 saat dolmadan geldi. Üstelik Faruk Fattah’ı iyi tanıyormuş! Üstüne üstlük, irtibatımızı memnuniyetle kurar ve alım-satım işi için elinden gelebilecek her şeyi yaparmış!

İlhami Bey’le sayısız kez yazıştık. Kemençelerden fildişi olanı talep ettiğimizi yazdık. Çünkü Emine daha önceden, İsmail Hakkı Fencioğlu’nun çektiği fotoğraflardan gördüğü kemençelerden fildişi olanına tutulmuştu. İlhami Bey’e, ‘alıcının başarılı bir öğrenci olduğunu, Fattah’ın bunu gözönüne alarak fiyatlandırmasını rica ettiğimizi’ iletmesini yazdım. Ancak Fattah’ın menfî davrandığı, önceden bilgisi ulaşanın neredeyse iki katı bir fiyat telâffuz ettiği yolunda bir cevap aldık. Bu haber Emine’yi âdetâ yıktı. Çünkü çok uzun zamandır biriktirdiği para, şimdi istenenin yarısı kadardı. 

E. Bostancı’nın görünce âşık olduğu, kemençenin Kanada’da çekilmiş fotoğrafı.

Bu kez, iktisattaki ‘sürüm’ kuralı üzerine bina ettiğimiz bir ‘B’ planı ile taarruz etmeyi düşündük: “Peki, o halde elindeki üç Baron kemençeden birini değil, üçünü birden alırsak her bir kemençenin fiyatı ne olur?” diye sorduk. Gelen cevaba göre, toplu alım niyetimiz sonuç vermiş, beher kemençenin fiyatı oldukça düşmüştü. Bu son aşamada, bir kemençenin bedeli, Emine’nin zorlansa bile ödeyebileceği seviyeye çekilmiş oldu. Emine, öğrenci hâliye dişinden tırnağından artırmış, “bir gün mutlaka” ümidiyle bir kenara para ayırmıştı. Ancak öteki kemençeleri alacak birini, zamanla yarıştığımız o sıkışık vakitlerde nereden bulacaktık? O kişi, -her ne kadar kemençeci olmasam da- acaba ben olabilir miyim, diye düşündüm?.. Niye olmasındı? Bu kemençelerin “paranın gücüyle” dışarıya götürüldüğünü işittiğim 19 yıl önce içim yanmamış mıydı?

Öyleyse, şimdi iş bana kalıyordu; tâ 1998’de Etem Bey’le görüşürken içimi cızz ettiren hayıflanmaya dâir fırsat, işte önüme gelmişti. Geriye kalan iki kemençeyi birden edinmeyi çok istesem bile, o kadar param yoktu. Borç-harç bulabildiğim parayla, ancak bir kemençenin parasını denkleştirebildim. İlhami Bey’e bir mail daha yazdım. Kemençelerden ikisini şimdi alabileceğimizi, çünkü ancak o kadar para toparlayabildiğimizi, üçüncüsünü de yakın bir gelecekte mutlaka alacağımızı bildirmesini rica ettim. Bay Fattah, o gün sağ tarafından kalkmış olacak ki, teklifimizi kabul etmiş! 

Ancak, anlaşmanın sağlandığı o aşamada İlhami Bey bir çekincesini dile getirdi:

“Kemençeleri aldık diyelim… Ancak benim kısa ve orta vâdede Türkiye’ye gelme ihtimalim yok. Ne olacak bu sazlar? Bildiğin gibi benim yaşım da çok ilerlemiş durumda ve sağlığım pek iyi değil. Ya bana bir şey olursa?..”

Bu çekincede dile getirilen kritik duruma yalnız başıma cevap veremezdim. Emine ile istişare ettik. Türkiye’den veya Hollanda’dan Kanada’ya gidiş-dönüş uçak bileti fiyatlarına kadar her şeyi araştırdık. Başka bir formül bulamazsak, seyahat masraflarını ortaklaşa üstlenerek kemençeleri Emine’nin gidip alabileceği noktasında karar kıldık. Bunun üzerine İlhami Bey’e şöyle yazdım:

“Siz hele kemençeleri Fattah’tan alıp evinize getirin. Bu, o sazların 50 yıl sonra vatan toprağına geri dönmüş oldukları anlamına gelecektir. Allah size ömür versin, ama endişe duyuyorsunuz mâdem, kutularının içine ‘bu sazlar filancaya aittir’ diye bir not yazıp imzalayın, kâfî. Daha kötü bir ihtimalle karşılaşsak ve sazları bir daha hiç elimize alamasak bile, ‘Biz o sazları geri döndürmüştük’ der, avunuruz; çünkü o sazlar sizin evinize girdikleri anda Türkiye’ye dönmüş olacaklar”.

Adam parayı bir an evvel istediği için zamanla yarıştık. Denkleştirdiğimiz parayı mümkün olabilecek en az havale masrafıyla ve en çabuk şekilde İlhami Bey’e ulaştırabilmek için, Emine’nin teyzesinin tanıdığı olan bir bankacıyı Sultanhamam’daki işyerinde ziyaret edip işlemleri yaptık ve gönderdik.

Ama aksilik çıktı ve para zamanında ulaşmadı. Faruk Fattah su koyvermiş ve “Vazgeçiyorum öyleyse, siz beni oyalıyorsunuz” gibi sözler sarfetmiş. Gönderdiğimiz dekontlar kendisine gösterilmesine rağmen inâd etmiş. Maalesef, İlhami Bey gibi çelebi ve saygın bir adamın çok üzüleceği sözler sarfetmiş. Hiç hakedilmeyen o tuhaf muamele çok ağırına giden İlhami Bey, söz verilen tutarı kendi banka hesabından çekip Fattah’a ödemek suretiyle son derece asil bir tavır sergilemiş ve kemençeleri almış.

Bizim havale işlemi, hiç hesapta olmayan bankacılık problemlerinden dolayı İlhami Bey’e çok geç bir sürede ulaşmasına rağmen, bir kere olsun ne şikâyetçi oldu, ne telâş veya sabırsızlık gösterdi. Allah selâmet versin, bu âlicenaplığı sergilemeseydi kemençeleri alamamış olacaktık. Şu sıralarda geçirdiği ciddi bir rahatsızlık dolayısıyla evinden çıkamayan İlhami Bey’e bu vesileyle bir kez daha Allah’tan âcil şifalar diliyorum. Şayet içinden geçtiğimiz -veya içimizden geçen- şu salgın belâsını yaşamıyor olsaydık, ne yapıp edip Kanada’ya gitmeyi, bu yüksek ruhlu adamı hasta yatağında ziyaret edip ellerini öpmeyi ve helâlliğini bir de dünya gözüyle almayı ne çok istediğime Allah şahittir.

Emine’yle biraz daha para bulup Toronto’ya bir kişilik gidiş-dönüş uçak bileti alabilme gayretine giriştiğimiz günlerde çok ilginç bir gelişme oldu…

Facebook’ta, Üniversite Korosu’nun konserlerinde görüp selâmlaşacak kadar tanıdığım Burak Kay adlı genç akademisyen arkadaşın, Toronto Üniversitesi’nin bahçesinde çekilmiş fotoğrafını paylaştığını tesadüfen gördüm. 

Toronto Üniversitesi’nde çekilmiş bir fotoğraf paylaşmış.

Hemen yazışmaya başlayarak, Kanada’da ne işi olduğunu sordum. İki haftalık bir eğitim programı için oradaymış ve yakında İstanbul’a dönecekmiş; aman Allahım! Teklif etsem, acaba bu kritik ve zahmetli işi üstlenir miydi? Yaradana sığınıp bir mail yazdım. “Ne demek hocam, büyük bir memnuniyetle, elbette ki getiririm; bu çorbada benim de tuzum bulunursa onur duyarım” diye cevap yazdı. İlhami Bey ile irtibatlandırdım, buluşmuşlar, kemençeleri almış. Kıymetlerini hakkıyla idrâk etmiş olacak ki, kaldığı oteldeki yastığını ücretini ödeyerek satın almış, kılıfını söküp pamuklarını çıkarmış ve kemençeleri o pamuklara sararak içine özen ve dikkatle rahat ettirdiği valizi, tâ Toronto’dan İstanbul’a kadar –lütfen hassasiyete dikkat buyurulsun- “kucağında” getirmiş! Hayretle, nasıl böyle bir zahmete katlandığını, kabin bagajında da getirebileceğini söylediğimde, “Hocam, siz kemençelerin tarihî ve çok değerli olduklarını söylemiştiniz; başka nasıl getirebilirdim?” cevabı karşısında gözyaşlarımı zor zaptettiğimi itiraf etmeliyim. Pırlanta kardeşim Burak’ın bu anlamlı cevabı, bir köklü kurumun ruhundan mensuplarına sirâyet eden ahlâkın ne olduğunu bir kere daha idrâk etmeme imkân sağladı.

70 yıl kadar ara ile iki Üniversite Korosu mensubu Dr. İlhami Gökçen ve Burak Kay; Kemençeler için buluştukları Toronto’da (Temmuz 2017).

Hikâyenin bu kısmındaki ilginç tevafuktan muhakkak sözetmem gerekir:

Dr. İlhami Gökçen, Üniversite Korosu’nun ilk dönem kadrosundandır. Ondan yaklaşık 35 yıl sonra ben de Üniversite Korosu’nun rahle-i tedrisinden geçtim. Kemençeleri getiren Burak Kay da benden 35 yıl kadar sonra Üniversite Korosu’nun elemanlarından biriydi. Bu olayda kilit ve aktif rol almış üç kişiyi birleştiren ortak paydanın Üniversite Korosu olmasına tesadüf denemezdi. 

Kemençeler geldiğinde tarih 30 Temmuz 2017 idi ve aslında birkaç gün sonra bekliyorduk. Ancak Burak Kay, söylediğinden birkaç gün erken gelmiş; arayıp müjdeyi verdi. Küçük valizi Burak’tan teslim aldım, tam açacakken vazgeçtim. O tarihte Türkiye’de olan Emine’yi aradım, nerede olduğunu sordum. Bir an durakladı ve soruma cevap vermek yerine, büyük bir heyecanla ve ağlamak mı, yoksa gülmek mi, tam anlaşılamayan bir tonla, “Mehmet hocaaaaam!.. Geldiler mi yoksa?!” sorusuyla kulağımdaki ahizede inledi… Üsküdar’da imiş. “Hemen Tophane’ye, Muhsin Kitap’a geliver” dedim. Artık, uçtu mu, tayy-i mekân mı etti, hâlâ aklım almaz, neredeyse 5-10 dakika içinde geldi. “Ben açmadım, açmak senin hakkın” dedim. Elleri belirgin biçimde titreyerek açtı. Görülecek şeydi. Ana, hasret kaldığı yavrusunu nasıl bağrına basar, işte öyle diyeyim de belki anlaşılır… 

Önce beyazı, sonra esmeri, sırasıyla kucağına alıp kâh çaldı, kâh birer canlı varlık imişler gibi bağrına bastı. “Bak kızım… Fildişi olanı istiyordun, ama eline alıp çaldıktan, seslerini duyduktan, kucağında hissettikten sonra ‘öteki daha isabetli seçim olacak’ diyorsan, fikrini değiştirebilirsin. Sen hangisini tercih ediyorsan ben diğerine râzıyım. Öncelik senindir, kemençeci olan sensin”. Emine, rüyalarına giren beyaz, fildişi kemençeyi aldı ve büyük aşkına nihâyet kavuşmuş oldu. 

O günden 19 Yıl önce, Etem Ruhi Üngör’le sohbetimizde, ülkeden giden o güzelim sazlara nasıl içimiz cız edip, “Bir gün inşallah nasip olur da o sazları vatan-ı aslîlerine döndürür, Baron Usta’nın rûhunu şâd ederiz” dileğinin gerçekleştiğini yaşamanın zevki ne kadar büyük idiyse, Emine’nin sevincini görmek de ondan aşağı kalır bir duygu değildi.

Bu mâcerâlı hikâye ile, hayatımda şükür ki birçok defa yaşadığım bir kural, bir kez daha tahakkuk etti:

Hayırlı bir işi gönülden, ama hakîkaten ve samîmiyetle murâd etmek yeter; boşa çıkmaz, muhakkak olur. En akla gelmeyecek yollar açılır; oldurulur.

 “… Kün fe yekün”!

(Bu yazı, kıymetli müzisyen büyüğüm Fikret Karakaya’nın teşviki üzerine yazılmıştır.)

* * * * * * * * * * *

MERAKLISI İÇİN BARON USTA HAKKINDA BİR BİYOGRAFİ DENEMESİ:

BARON USTA

(1834; İstanbul – 1900; İstanbul)

______________________________

Baron Usta, İstanbul musikisinin ana çalgılarından olan kemençenin “baron”u idi. Yaptığı kemençelerin çıkardıkları sesin nefasetini yakalamayı, sonraki yılların hiçbir ustası başaramadı. Baron Usta, hayatı boyunca yaptığı kemençelerden ancak karnını doyurabildi ama yaptığı kemençeler ölümünden bir asır sonra müzayedelerde küçük birer servet karşılığında el değiştirdi.______________________________

İstanbul musiki dünyasının efsanevi çalgı yapımcısı. İstanbul’un Ermeni cemaatindendi. Baron, adının Ermenice’deki asıl söylenişi olan Parunak’tan bozularak söylenen biçimiydi. Samatya’da doğdu. Özellikle imâl ettiği kemençeleriyle ünlü bir ustadır. Kemençe dışında tanbur, lâvta ve ud yapımı üzerine de erişilmesi güç bir ustalık ortaya koymuştu.

Çalgı yapımcılığından önce dülgerlik, kerestecilik ve marangozluk gibi mesleklerle uğraşan Baron, çalgı yapımına sonradan merak sardı. Yaptığı çalgıların ünü, lâvtacı ve bestekâr olarak musiki çalışmaları içinde bulunan dönemin padişahı Sultan Abdülaziz’in kulağına kadar ulaşınca, sarayda ustabaşılığa getirildi.

Ağaç işçiliği açısından çok ince ayrıntılara dikkat edilmeyerek yapılmış bulunmasına rağmen, dönemin usta sanatkârları tarafından çeşitli malzemelerle tezyin edilerek estetik seviyeleri alabildiğine yükselen kemençelerinden çıkan ses gür, tok ve kusursuz olarak nitelendirilmişti. Baron’un kemençe teknesi yapımında tercih ettiği ağaç cinsleri, ağırca oldukları için tek dizde oturaklı duruşu kemençeciler tarafından makbul bulunmuş olan abanoz, pelesenk, kanağacı, karadut, hintgülü ve ardıç idi. Ardıç ve karadutu ise, verdikleri rezonans diğerlerine göre daha makbul olduğu için tercih etmişti. Kendisinden sonra gelen çalgı yapımcılarının yaygınlıkla kullandıkları ceviz, maun ve kelebek ağaçlarını hiç tercih etmemiş olması dikkat çekicidir. Göğüs için kullandığı ağaç cinsi ise herkesin tercihi olan servi idi.

İmâl tarihlerini belirtmiş olduğu sazlar yanında, Tanburî Cemil Bey’e yaptığı, sonradan Ruşen Ferid Kam’a geçen “Andelib” isimli kemençede olduğu gibi birçoğunda tarih bulunmayıp yalnızca kapak içlerinde kurşunkalemle atılmış imzaları bulunmaktadır. Kemal Niyazi Seyhun’daki kemençesinde 1891, Ruşen Ferid Kam’daki diğer bir kemençesinde 1900, Haldun Menemencioğlu’ndakinde ise 1889 tarihi bulunmaktadır. Sazlarının süslemelerinde sedef kullanmamış, kaplamalarını ya sâde fildişinden, yahut fildişi ile bağa karışımından yapmıştı.

İmâl ettiği tanbur, lavta ve ud sayısı, kemençelerine göre daha azdı. Kemençelerinden sonra lâvtalarının sanat değerinin çok yüksek olduğu belirtilmiştir.

Kemençeci Vasilaki’den başka, saz yapımının sırlarını aktardığı başka bir öğrencisi varsa bile bilinmeyen Baron’dan günümüze kalan kemençelerin listesi son bilgilerimize göre şöyledir:

Kimde/NeredeAçıklamaAdet
Dr. Mehmet Nazmi Özalp veresesinde.Ruşen Ferid Kam’dan müdevver.3
Kemal Niyazi Seyhun veresesinde.Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.1
Halûk Recai (Haldun Menemencioğlu) veresesinde.Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.1
British Museum’da.“Siyah kaba kemençe” adıyla bilinen saz. Mısır Prensi Yusuf Kemal tarafından Fahire Fersan’a hediye edilmiş; sonra British Museum’a geçmiş.1
Sadberk Hanım Müzesi’nde.“Kırmızı Baron” adıyla bilinen kemençe. Gül ağacından yapılmış. Mısır Prensi Yusuf Kemal tarafından Fahire Fersan’a hediye edilmiş; sonra Sadberk Hanım Müzesi’ne geçmiş.1
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda.Cüneyd Orhon veresesinde iken 2020 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmiş.3
Serbülent Sertoğlu’nda.Daha önce Hilmi Rit’te iken müzayede yoluyla Metin Ersoy’a geçmiş; ardından Vedat Gençtürk’ün aracılığı ile müzayedede satılmış.1
Cumhurbaşkanlığı Millî Saraylar’da.Gevherî Osmanoğlu tarafından bağışlanmış.2
Nihat Doğu veresesinde.Rafi Portakal aracılığı ile müzayedede satılmış. Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.
Naime – Mesud Cemil veresesinde.Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.1
Paraşko Leondaridis veresesinde.Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.1
Subhi Ziya Özbekkan veresesinde.Âkıbeti –şimdilik- bilinmiyor.1
Japonya Tokai Üniversitesi’nde.Etem Ruhi Üngör tarafından satılmış.1
Etem Ruhi Üngör Koleksiyonu’nda.1
Nazar Büğüm’de.Erol Sayan tarafından müzayede yoluyla satılmış.1
Şule Gürbüz’de.Müzayededen alınmış.1
Emine Bostancı’da.Bir tanesi; Sultan Abdülaziz’in câriyelerinden biri için yapılmış ve 1970’li yıllarda sahibi olan Fahire Fersan tarafından Arap asıllı Faruk Fattah’a satılmış; Faruk Fattah’tan alındı. Diğeri, Emine Bostancı tarafından Nişantaşı’ndaki bir antikacıdan satın alındı.2
Mehmet Güntekin’de.Haldun Menemencioğlu tarafından Arap asıllı Faruk Fattah’a satılmış. Faruk Fattah’tan alındı.1
Zeki Bülent Ağcabay Kolseksiyonu’nda.Vasilaki’nin sazı olduğuna dair bilgi verilmiştir.1
Ahmet Kadri Rizeli’de.Bir tanesi Nihat Doğu’dan müdevver; diğeri Mustafa Cahit Atasoy aracılığı ile adı hatırlanmayan bir amatör kemençeci hanımdan müdevver.2
TOPLAM27

Tabloda görüleceği üzere toplam olarak 27 Baron kemençesinin günümüze ulaştığı bilinmektedir. (Bu liste nihâî değildir; ortaya çıkan yeni bilgilerle güncellenecektir.)

Günümüze ulaştığı bilinen tek tanburu ise sahibi olan Murat Bardakçı tarafından Sadberk Hanım Müzesi’ne hediye edilmiştir.

Baron Usta’nın yaptığı lâvta ve udlardan günümüze ulaşan olup olmadığı konusunda ise herhangi bir bilgi –şimdilik- bulunmamaktadır.

____________________________________
Kaynaklar:

– Hilmi Rit ile yapılan özel görüşme (1998).

– Etem Ruhi Üngör ile yapılan özel görüşme (1998).

– Murat Bardakçı ile yapılan özel görüşme (2009).

– Zeki Bülent Ağcabay ile yapılan özel yazışma (Ocak 2021).

– Ahmet Kadri Rizeli ile yapılan özel yazışma (Ocak 2021).

– Vedat Gençtürk ile yapılan özel yazışma (Ocak 2021).

– İsmail Hakkı Fencioğlu ile yapılan özel yazışma (Ocak 2021).

– Emine Bostancı ile yapılan özel görüşmeler ve yazışmalar (Ocak 2021).

– Mehmet Güntekin; Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, “Baron (Parunak) maddesi; YKY, İstanbul, 1999;

– Mehmet Güntekin; İstanbul’un 100 Musikişinası, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı, İstanbul, 2010.